Wednesday, December 28, 2011
Garip bir bağ
Tuesday, December 27, 2011
Hayatımın ilk ve tek Kadın'ı
Scarlet Letter
Ben kırmızı. Aşkın rengi olmak isterdim, tutkunun. Onun yerine öfkenin rengi oluverdim.
Hayatımdaki bütün olaylar/kararlar ben öfke krizinden oldu. Ancak çok nadir 'mantıklı' kararlar alabildim. Bugün o mantıklı kararlardan bir tanesini anlatacağım.
Son iki yazımı okuduysanız, hissetmişsinizdir, çok 'masum' kız ayaklarında değildim. Hatta ve hatta bildiğin o kötü kızlardandım ama içim dışıma yansımamış olacaktı ki, tanımasan saftirik, masum, temiz bir kız derdin. İşte bu nedenle ki, lisedeki kız arkadaş grubum mükemmel bir bubble içerisinde büyümüş prenseslerden oluşuyordu. Onların temizliği saflığı yanında geçen günler boyunca kendi kirliliğimden nefret edip durdum. Hep içi çürük elmaydım ben, en büyük korkum da birinin içimi görmesiydi. O nedenledir ki, birisi bana 'kirlisin' dediği anda birden yeni kurmayı başardığım mükemmel dünyam yıkılıveririr.
Bu kızlardan kendimi korumak istedim. Onları da benden ve hayatımdan çıkardım onları. Yavaş yavaş, arayı soğuta soğuta ki acı çekmesinler, alışsınlar diye.
Yakın zamanlarda, yine depresif bir anımda, hayatımda kimsenin kalmadığını hissettim. Tek tek herkesi çıkarmıştım hayatımdan. Özür dilemek istedim zorla kovduğum herkesten. Kızlarla başlamak istedim.
-Neden gittin? Neden bizi bıraktın? Senin yüzünden çok acı çektik.
O kadar sorunsuz insanlardı ki, hayatlarında ki en kötü olay benim arkadaşlığımı kaybetmekti. Kızmalarını beklemiştim, kırgın olmalarını. Ama 'hayatlarını mahvetmiş' kötü kadın olmayı beklememiştim.
-Neden gittin?
Okul, farklı hayatlar dedim. Gerçeği söyleyemezdim.
-Neden?
Zaman olmadı. Öküzümdür. Özrümü kabul edin ve bitsin.
-Neden?
Çünkü, ben minik bir orospuydum ve sizler bebeklerin leylekler tarafından getirildiği bir dünyada yaşıyordunuz.
Sessizlik ve ardından kopan fırtına.
-İğrençsin. İnanmıyoruz. Senin gibi biriyle nasıl arkadaş oluruz? Neden hayatımıza yeniden girmeye çalışıyorsun? Bencil. Git. Kirlisin. İğrenç. Yardım alsana, normal değilsin.
Sessizlik. Kaçtım.
Uzun süre, yüzleşemedim bu olayla. Ağladım ama. Hem o gece ağladım. Hem sonrasında ağladım. Ama yüzleşemedim.
Artık yüzleştim. Ama atlatamadım. Hala onları düşündüğümde utanır gibi oluyorum kendimden. Yüzüme kese kağıdı geçiresim gelir, ya da göğsüme kocaman bir kırmızı 'A' harfi yapıştırmayı düşünürüm. Ama çok uzun sürmez bu aklıma gelme dönemli. Çok nadir durumlarda patlar olmuştu artık.
Bugün metroda kızlardan birini gördüm. Gittim kendime kırmızı kumaş aldım.
Thursday, December 22, 2011
Masumiyet
Parça bitince hoca bu çocuğun hikayesini anlatsın diye büyük bir sabırsızlıkla bekledim. Midemde kelebekler vardı ve sadece sesini duyduğum birinin üzerimdeki etkisine şaşırmıştım. Hoca bu kayıtta çocuğun 10 yaşında olduğunu söyledi, işte ismini söyledi (hatırlamıyorum), nerde doğduğunu vs. Sonra susunca ben de daha yeni kayıtlarının olup olmadığını sordum büyük bir ümitle, yeniden onun sesini duyma isteğiyle dolup taşıyordum.
Hoca bu çocuğun zamanında klasik müzik orkestrasıyla sürekli konser verdiğini ama kendisini çok zorladığı için sesini kaybetmiş olduğunu söyledi. Ses tellerini geri dönüşü olmayacak bir şekilde yıpratmış olduğunu söyledi.
İşte o zaman kalbim öyle bir sıkıştı ki, o kadar üzüldüm ki, çocuk masumiyetimle o kadar bağlandım ki o sese, ağlamaya başladım ve içim büyük bir ümitsizlikle doldu.
Ve daha sonrasında baya bir uzun süre rüyalarımda o çocuğun farklı versiyonlarını gördüm, dış görünüşünü bilmediğim için her rüyamda farklıydı ama sesi hep aynıydı.
Ve uyandığım zaman gözlerimde yaşlarla uyanırdım çünkü her seferinde onu yeniden kaybediyordum.
Sunday, December 18, 2011
Complete Strangers
Wednesday, December 14, 2011
Moulin Rouge büyüsü
Tuesday, December 13, 2011
How to be a perfect ex-girlfriend
Monday, December 12, 2011
Basitlik, çirkinlik
Al beni vur duvara
Sunday, December 11, 2011
İkinci İlkler
Taksim'in o küçük barları var ya, bir ara sokakta, küçük bir apartman girişi, eski püskü merdivenler, bilmem kaçıncı kat, şanslıysan asansör. İçerisi pek öyle kalabalık değil. Sebebini hatırlamıyorum ama saçma sapan bir sebepten dolayı kavga ediyoruz. Şimdi olsa kalkar eve giderim. Ama o anda tek yaptığım, ondan ve arkadaşlarından uzaklaşmak oluyor. Bara gidip oturuyorum.
Tekila lütfen. Bir tane daha. Bir tane daha. Gözyaşları. Zaten iyiydi kafam, daha da iyi oldu. 3 kız geldi. 2 exchange, 1 Türk. Bara yaklaştılar. Tekila! Ağladığımı gördüler, bir tane de bana aldılar. Umrumda değildi. Bedava içki. 1... 2... 3... Tuz... Shot! Limon!
Onların da kafası iyiydi sanırım. Dans etmek istiyorlar, beni de sürüklüyorlar. Sevgilimi görüyorum dans ederken, pis pis sırıtıyor. Sinirleniyorum, kızlardan birine sarılarak dans etmeye başlıyorum. İlk hareket kimden geldi bilmiyorum ama ilk öpücük. Sonra biraz daha öpücük. Yumuşak öpücükler, aynı zamanda da ateşli?
Burası da bulanık gibi, barı terkediyoruz. Sevgilim arkamızdan gelmek istiyor. Koşuyoruz, kalabalığın içinde kaybolmuşuz. Diğer kızlar içeride kalmışlar. Tam anlamıyorum ne demek istiyor kız. O götürüyor ben gidiyorum.
Klasik bir öğrenci evi. Bira? Ona da olur diyorum. Konuşmak ister misin diyor? Bu sefer ben öpüyorum. Ama sonrasında ne yapacağımı bilmiyorum. O alıyor kontrolü eline, yavaş yavaş kıyafetlerimi çıkarıyor. Aralar bulanık, kıyafetlerin hepsi çıkamadan sonlandı zaten diye hatırlıyorum. Midem tepki vermişti çünkü.
Nadir uzun saçlı olduğum dönemlerden biriydi. Uzun dediysem, omuz hizasında. Saçımı tutuyor ben kusarken. Duş almama yardım ediyor, arada ufak öpücüklerle beni şaşırtıyor ama devamı yok. Zaten algılayamıyorum hiç bir şeyi. Ama ağlıyorum nedense sürekli. Öylecene uyumuşuz. Ben onun kucağında.
Sabah. Baş ağrısı. Ne oldu? Dershane. Saat? Gitmem lazım. Bu kız kim? Düşün.
Şansa, piç ile aynı okuldalarmış. Exchange'miş. 2 ay sonra dönüyormuş. Nokta yerine sorry, kullanıyorum resmen. Takma kafana diyor.
Bir daha Türkiye'ye gelince haber verecekmiş öyle dedi ben kaçarken, ki geldi ve haber de verdi. Türkiye'ye bir daha geldiğinde hayatımda başka bir kız vardı. İlk kız sevgilim. Uzun zamandan beri aşık olduğum ilk insan. Ve yine iğrenç bir ilişki.
Benden bu kadar, söze Blue ve Black'de.
İlk Korku
1 sene önce söylenseydi, en büyük derdin aşk hayatın olacak diye gülüp geçerdim, 5 sene önce söyleselerdi inanırdım. Şimdi baktığımda, evet doğrudur. En büyük problemim aşk hayatım. Gelecekte de böyle olacak.
Bugün 5 sene öncesini anlatmak istedim. Benim ilklerimi.
Kabul ediyorum sorunlu bir kişiyim. Daha doğrusu sorunlu bir kişiliğe sahibim. Şu sıralar kafamdaki soru, hep mi böyleydim? Yoksa beni ne ben yaptı?
Dönüp dolaşıp aynı zaman dilimine bakmam gerekti. Bakmaktan en korktuğum zaman dilimlerinden bir tanesi. Çözülmemiş, anlatılmamış sorunlarla dolu bir dönem. Orada yaşanan her olayı alıp sandığa koydum. Hatta öyle ki, bazılarını ben bile hatırlayamıyorum gerçekten hatırlamak için çabalamadığım sürece. Gerçi etkilerini hala sürdürüyorum orası ayrı konu.
Nereden başlayabilirim, anlatamadığım, anlatmayı bilmediğim bir olayı/kişiyi anlatmaya?
İlk sevgilim. İlk her şeyim. Küçücük çocuğum daha. Genç kız olmak istemeyen büyük kadın gibi davranan küçücük bir çocuk. Sana ilk ilgi gösterene koşa koşa git. Çünkü daha farkında değildim kendi değerimin. Ben kendimi ne kadar değersiz görüyorsam, o da o kadar değer kazanıyordu gözümde.
Normalde, acı çekerek biterdi bu ilişki. Arkadaşlarıma ağlardım sızlardım, ama biterdi. İlk ilişki sonuçta. Benimki, pek normal olmadı. Bitmesi gereken sırada, zorladım. 16 yaşındaydım. O 19. Ben lisedeyim o üniversitede. Benim için yetişkin demekti O.
İyi bir insan değildi. Hala da değil. İyi bir insan olsaydı gitmeme izin verirdi. Vermedi.
Bir genç kızdım ama içgüdülerim bir kadına aitti. Gitmeme izin vermeyeceğini biliyorum. O zamanlar bilmiyordum. Gitmesi en büyük kabusumdu. Ona sunabileceğim tek şeyi sundum. Sahip olduğumun farkına varmadığım pembe panjurlu ev hayalimi verdim ona.
17 yaşında doğum günü hediyem olarak, bekaretimi aldı. Ben istemeden. Ben sarhoşken. Ne olduğunun tam olarak farkında değilken. Ben istedim mi hala bilmiyorum. İçimi rahatlatmak için, evet istedim diye düşünüyorum. Diğer türlü olayın adının başka bir şey olacağı gibi bir gerçek var ortada.
O gece sadece bekaretimi kaybetmedim. O zaman farkına varamamıştım daha ama, o gece masumiyetimi kaybettim aslında. Ertesi gün gittim saçlarımı kısacık kestirdim. Ruhsal olarak bir şeyleri kaybetmiştim, fiziksel olarak göstermem gerekiyordu.
O geceden sonrası klasik bir dibe vuruş hikayesi. O zaten çukurun dibindeydi. Gittikçe ben de oraya düştüm. Düzlüğe ulaşmak için bana ihtiyacı yoktu. Tutunulacak simidi ben değildim. Sadece bencildi. Tek başına o çukurda olmak istemiyordu.
Küçük bir yaşta görmemem gereken şeyleri yaşadım sonuçta. Şimdi düşünüyorumda, asıl soru nasıl kurtulduğum. Bilmiyorum. Hiçbir zaman tam dibe vurmadım ama sonuçta. Hep biraz kendimi koruyabildim bir şekilde. Mesela, hiç bir zaman onun gibi bağımlı olmadım onun bütün çabalarına karşı. Bir yerlerde bir şeylerin yanlış olduğunu biliyordum. Ama O ilkti. Bırakamadım.
Ve sonra 18 yaşım. Hiç bir şey değişmedi. Gittikçe onunla savaşmak daha zor oluyordu sadece. Bırakmak üzereydim kendimi. Ve o beni terketti. Sıkılmıştı artık.
Sanırım her şeyden sonra, rahatlamam gerekirken, yıkıldım.
Ama masal bu ya, çevremde masalsı bir çift doğmuştu. Sanırım o zaman dayanamadım işte. Parça parça anlatmaya başladım o zaman. Anlatmaya cesaret edemediğim yerleri yalanlarla süsledim ama anlatmaya başladım.
19'umda düze çıktım.
Normalde, kötü ilişkiler bize ders olurlar kişiliğimizi değiştirmezler. Ben çok küçük, çok masumdum sanırım. Ona ilklerimin hepsini verdim. O da bana bugünkü kişiliğimi verdi. Adil mi?
Aradan geçen yıllar sonunda farkına vardığım bir şey, başıma daha kötü ne gelebilir diye sorduğumda, cevap listesinin oldukça kısa olması. Bu da iyi bir şey değil mi?
Peki, ben neden korkuyorum hala?
Sevda dediğin ufak bir kaza
-Bir daha asla aşık olamayacağım.
Ne de büyük bir yalandı. Aradan pek de bir zaman geçmemişti ki kendini yepyeni bir aşkın içinde buldu. Hiç tanımadığı bir şehre, tanımadığı insanların evine, tanımadığı bir adamın yanına, onla sevmeye gidecekti.
-Hayır, bu ben değilim!
Ne yazık ki seviyordu. O bilinmeyen adama kör kütük tutulmuştu. Sonunda tecavüze uğrayabilir ya da öldürülebilirdi. Ama gitmek istiyordu. Vücudunun her bir noktası gitmesi için yalvarıyordu.
-Kimseye söyleyemem.
Arkadaşları öğrenseler, gitmesine engel olabilirlerdi. Söyleyemezdi. Bir haftasonu sessiz sedasız kaçıp gitmeliydi bu şehirden.
-Ya başıma bir şey gelirse?
Ona güveniyordu. Geçirecekleri güzel zamanlara, kurdukları hayallere, tadına bakmadığı dudaklara, sarıp sarmalayacak ellere, güveniyordu.
-Beni sevmeyecek.
Kendisi hakkında hep kötü şeyler anlatmıştı. Neden hala kendisiyle görüşmek istediğine bile anlam veremiyordu. Çirkindi, öfkeliydi, yaralıydı...
-Gidiyorum.
Sadece bir kaç kişiye söyleyip, gitti. Bir gece vakti. Heyecandan eli kolu titrerken. Çirkinliğinden utanarak. Giydiklerinden, saçından, yüzünden, ellerinden utanarak, gitti.
-Aşık oldum.
İşte her şey bu kadardı. Tek bir bakış. Tek bir öpüş. Sıcacık, güçlü kollar. Aşık olmuştu ona, hem de ilk gördüğü anda.
-Şimdi ne yapacağım?
Nasıl flört edilir bile bilmezken gecenin köründe bir adamın koynunda ne yapacaktı ya. Seviştiler, susamışçasına. O kadar.
-Nasıl ayrılırım?
Beraber geçirdikleri 2 gece, 2 gün. Çabuk bitmişti. Ne yapacaklarını şaşırmışlar ve gidemiyorlardı. Bindi otobüse gitti, arkasında onu bırakarak. Canı nasıl da yanıyordu...
-Ya şimdi?
İşte bir tür ilişkileri var artık. Birbirlerinin sesini duymadan yapamadıkları, bol şiirli, bol kavgalı ve eski sevgililerin gölgesiyle kararmış, garipçe bir ilişki.
-Seviyoruz.
Yılların ardından tek önemli şeyin bu olduğunu sonunda anlamıştı ya. Yetiyordu işte.
-Seviyorum....
Friday, December 9, 2011
Değişim
Eskiden değişim hep yenilik ve macera anlamına gelirken artık belirsizlik ve güvensizlik anlamına geliyordu. Çok mu tökezlemişti ki hayatında, şu anda bu kadar korkaktı? Belki de artık sadece büyümüştü..
Son zamanlarda kurtuluşunu hep başka bedenlerle geçirilen anlarda aramıştı. Kesinlikle işe yarıyordu ama sadece bir kaçıştı kurtuluş değildi. Neden hep başkasını arıyordu ki çözümü ondaymış gibi? Daha Başkası'na hazır bile değildi ki nereye arıyordu O'nu.
Küçüklüğünden beri hep hayal gücüne sığınırdı ama artık onu bile yapmıyordu. Umut denilen bir kavramı vardı, şimdi neredeydi acaba? Bu hale nasıl gelmişti?
Hayatında herşeyi alıp götürmeye çalışmıştı sanki hayat aldıklarıyla tartılıyormuş gibi. Belki de aldıkları değiştirmişti onu, bıraksa rahatlayıp mutlu olabilirdi büyük ihtimalle.
Tek bir kelime için bile bir sürü anlamı ve hayali olan biriyken şu anda tek renkten, tek nesneden oluşuyor olması gerçekten içler acısıydı. Yapabildiği en etkili şey kendini beklemeye almaktı belki bir gelişme olurdu ve tekrar hayata dönebilirdi.
Bekliyordu..
Tuesday, November 22, 2011
Küçük kan lekeleri
Masanın örtüsüne takıldı elim. Önce kadehin ağır çekim devrilişini izledim. Şarabımdan kalan son damlalar küçük kan damlaları gibi izler bıraktı örtüde. Saniyenin ,ama o hiç bitmeyen saniyelerden, milyonda birinde kırgınlıklarım, kızgınlıklarım, bu hayatta tekrar ve tekrar tükenişlerim geldi gözümün önüne.
Meğer hiç olmaması gereken kadar sevmişim.
Meğer susacakken konuşmuş, anlatacakken susmuşum.
Meğer ben seni, yani beni, hiç affetmemişim.
Kadehi kaldırdım ve biraz daha şarap doldurdum. Dudaklarımın yavaş yavaş morardığını farkedebiliyorum. Sigara pakedim de bitmek üzere. Ölmeyi tercih etmeme ise sadece birkaç yudum kaldı. Bir sigara yakıyorum ve üflüyorum dumanını göğe ama o duman dönüp dolaşıp gözüme giriyor. Uzun zamandır ağlamadığım kadar içten ağlıyorum. Kisme görmeden, kimse duymadan.
Bu sefer bilerek ve isteyerek dağıtıyorum masayı. Tüm bardaklar kırılana, tüm şarap dökülene kadar. O ilk dökülen bir kaç damla mutlaka silinmeli. Hayır, ben içimin kanadığını kabul etmiyorum.
HAYIR!
İyiyim, iyi olmalıyım, unutmalıyım...
Oracığa sızıveriyorum. Bacağımı cam kırıkları kesiyor, mühüm değil. Dur şuradaki şişeye de bir uzanayım. Gözlerim kapanıyor.
Uyuyorum.
1.. 2.. Sakin ol.. 3..
Neye sinirlendim? Kendime. Zaten en büyük nefretimiz en sonunda kendimize olmaz mı? Kimi kendimizden daha çok önemseriz ki sonuçta o kadar sinirlenecek kadar?
Öfkemle başa çıkmayı öğrendim hadi. Ama sorumluluklarımın altında ezilmemeyi öğrenemedim. Okul başlı başına bir kabus. Kulüp etkinlikleri fazladan bir kabus daha. Arkadaşlarımın sorumlulukları bambaşka bir kabus.
Hadi okulu salladım diyelim, zaten 4 senedir tam olarak yaptığım bu. Üniversiteyi bitireyim ve kurtulayım. 8-5 çalışmak istiyorum. Akşam olsun ve işim bitsin. İspanya'daki işsizlik ile ilgili analiz yapmak istemiyorum. Kulüp, hadi hobi diyelim. Ama insanlarla uğraşmak, organizasyon yapmak. Tek başına kocaman bir ekiplik işi halletmeye çabalamak, sadece çırpınmak oluyor boğulmamak için. Gittiği yere kadar. Sevgili sorunlu arkadaşlarım ise bambaşka bir sorun. Nereye baksam ayrı bir dert. Kim kime yardım etsin? Ben mi onlara, onlar mı bana?
En son ne zaman yatağa yattığımda hemen uykuya dalabildiğimi hatırlamıyorum. Ona mail attım mı? Ondan cevap geldi mi? Bak şu iş yine yarına kaldı. Telefona hatırlatma kurayım bari. Arrgh deadline. Acaba yeni mail geldi mi? Şu ödevi nasıl yapmam lazımdı? Ne zaman yapabilirim? Yarın akşam olmaz, toplantı var. Öğle yemeği? Olmaz, görüşmem var. Bak, onu aramam lazımdı, geçen gün telefonda sesi çok kötü geliyordu. Haftasonu buluşsak. Olmaz sınav var. Sınavdan sonra? Olmaz iş var. Bari telefonda konuşayım. Tüh, göstermelik ilgileniyormuşum gibi oldum. O salak. O aptal. Onunki de dert mi ya? Offf O'nun durumu ne olacak? Acaba ne yapabiliriz. Lanet olsun annemle babam beni öldürecekler. Pardon, annem 2 haftadır dünyada yokmuşum gibi davranmakta ısrarcı. Babamla konuşayım bari. Kızım, okul nasıl? Kızım, kredi kartın ne halde? Kızım, çok dışarı çıkıyorsun. Baba çok yorgunum. Yetişkin ol kızım.
Biraz daha devam edelim hadi. O facebook'tan mesaj atmış görüşmek istiyormuş. Yani yatmak istiyormuş. Geç. Yatsam mı acaba? Kafam dağılır belki. Ama ya sonra gariplik olursa? Eski kız arkadaşım, yeni erkek arkadaşının doğum gününe davet etmiş beni. O yine özür dilemiş, beni orospu yerine koyduğu için, kirli hissettirdiği için. Hangisi gerçek acaba? Mükemmel sevgili rolündeki O mu, yoksa piç sadist O mu?
Evet, dünyadaki en sorunlu insan değilim. Dünyadaki en zorda insanda değilim. Ama sorumluluklarının ve yüklerinin altında ezilen insanlardan biriyim.
Yazıyı yazarken öfkem geçti, bacağım yorgunluktan duruldu. Sigaram söndü. Ama ben ruhen çöktüm. Yatağa gitmekten korkuyorum yine. Işığı kapatınca yatağın altındaki insan suretine bürünmüş canavarlarla tek tek karşılaşmak istemiyorum.
Yoruldum. Yorgunum. Pes etmek istiyorum. Huzursuzum.
Sakin ol, kaplan. Makyajını koy suratına ve gülümse. İnandırıcı ol. İnsanlar inanmak istiyorlar zaten iyi olduğuna.
Friday, November 18, 2011
Kaçamak
Çoğunlukla sonuçlarına daha sonraki daha akıllı "ben"in katlanmasına razı oluyorum. Ancak o akıllı "ben"in tepkileri de o anlar kadar derin olabiliyor. Ve ister istemez kendi kendime kızmaya başlıyorum. Neden o anlar bu kadar çelişkiye sebep olabilecek kadar değerli ki? Neden tekrarlanmasına izin veriyorum ki?
İşte burda aslında kendim olmaktan yorulduğum sonucuna varıyorum. O anların aslında sadece ya tutarsa diye yaşadığım küçük kaçamaklar olduğunu anlıyorum ve tutmayınca hayal kırıklığı yaşayıp yine güvenli olan kendi kişiliğime bürünüyorum.
Aslında bu konuda tek başıma değilim, farkındayım ki insanlar da hayatlarını hep o ümitle hep o anlarla yaşıyorlar ama bunların hiç birinin etkisini anlayamıyorlar. Ben ki bu yazıyı yazacak kadar takmışım anlarıma, hayatıma bir süre daha bu anların yönetmesine izin vererek devam edeceğim.
Thursday, November 17, 2011
Sebep
...
Belki de blogların en güzel zamanında yazmaya başlamıştım ben, kitaplar daha çıkmamıştı ortaya. Ama hatam kimliğimi gizlememekti. Mahalle baskısı kaçınılmazdı dolayısıyla.
Öte yandan yazmam lazımdı. Güzel yazdığımdan değil. Anlatacak çok şeylerim olduğunu da iddia etmiyorum. Hayatımdan roman olur mu onu da bilmiyorum. Ama yazmam lazımdı. Olay içimi dökmek tamamen, rahatça, çevremdekilere zarar vermeden.
Bir şişe şarap sonrası gelen bir gazla açtık bu blog'u. Red&Blue&Black. Hepimizin ayrı ayrı dertleri var. Ayrı ayrı da yazma sebeplerimiz. Benimkini anlattım. Onlarınkini onlara bırakıyorum.
Bu da işte, en basit giriş yazısı.