The Quills

 

The Quills

 
                                 Black Quill                                         Blue Quill                                            Red Quill
                                 Black Quill                       Blue Quill                       Red Quill

Monday, August 27, 2012

Saf


Saflık diyelim, hatta abartım salaklık.
İnadına güvenmeyi seçtiğimin bilmemkaçıncı acısını tadarken yine yeni yeniden diyerek yeni hatalara yelken açıyorum.
Çocukluktur belki.
Güvenmezsem, sevmezsem ben olamam.
Benliğimsiz hiçim.
Yokluğu ararken varlığımdan olmayayım.

Monday, July 30, 2012

İlişki


Son yazıyı yazalı çok olmuş. Biz üç kadın bu blogu açtığımızda yazmazsak boğulacak durumdaydık. Ben sözde aşklarda savruluyordum. Her hafta bir adam tüketirken, yüreğimden geriye pek de bir şey kalmıyordu.


Ama sonra o çıktı karşıma. Dört ay önce, ansızın, yasakları ve tüm olmazlarıyla.


Klasik hiçbir ilişkiye benzetemeyiz aramızdaki şeyi. Ama yanındayken yüzümden gülümsemem eksik olmuyor. O mutsuz koca adam çocuklaşıyor yanımda. Kendimize bir koruma alanı kuruyoruz.


Herkesin itirazlarına karşın yine de beraber durabiliyoruz. Aşkık değiliz, eh ama yinede seviyoruz.

Saturday, April 7, 2012

Sevgili Günlük

Eğer günlük tutmaya devam etseydim, şu son bir kaç ay için şunları yazabilirdim mesela: 
- Sevgili günlük, bugün seviştik. 
- Sevgili günlük, bugün kavga ettik. 
- Sevgili günlük, barıştık ve seviştik.
- Sevgili günlük, beni yoksayıyor. 

Evime dönmeme bir kaç hafta kala ise hiç bir şey umrumda değil, onu bir daha göremeyecek olmam demek, ona olan/olmayan hislerimin aşık olma seviyesine gelmesi demek. İki gün önce etkilemeyen gülümsemesi, karşısında erimeme yetecek kadar güçlü. 

Çirkin yanı durumun, farkındayım her şeyin onu bir daha görememekten kaynaklandığının. Tabi bu farkındalığım beynimde vızıldayan ufak bir ses olmaktan öteye gidemiyor. 

Neden peki tam bitmek üzereyken kabaran bu duygular? 

Aylarca ciddileşmeyelim diye uğraştım. Hep flört edelim ama ciddi bir şey olmasın. Bir adım geri, bir adım ileri. Mantıklı sebeplerim vardı. Peki nereye kayboldular? Sebepler hala orada da, neden artık mantıklı gelmiyorlar? 

Friday, March 30, 2012


Mutlu olmaya o kadar yakınım ki bu sefer nasıl kaçacağımı kendim bile şaşırdım.
Tamamen olmazlar olmazı bir ilişkinin içinde buluyorum kendimi.
Sanırım 5 litre bira ve 2 paket sigara önceydi.
Rüya gibi üç gecede tüm paspallığıyla Black.
Adamdan da yakışıklı diye bahsedilemez hani. Anca gece kahkahalardan yırtılıyordu işte.
Her daim soğuk olan ellerim onun kocaman avuçlarında yerini buluyordu.
İçim mi ısınıyordu, yoksa birini mi unutmaya çalışıyordum?

Bilmiyorum.

Sadece beni göğsünün sol yanına saklasın ve hiç bırakmasın.
Ben de gitmek istemem zaten.

Sunday, March 4, 2012

Sonuç

Sonsuza kadar flört edebilirim. Sevgili falan istemiyorum ben.

İtalyan'dan kaçmaya karar verdim, yüzüne karşı açık açık konuşamayacak kadar korkak olduğum için. Bir kaç gün sonra dönerim eve, o da mesajı anlar zaten. Umudum, konuşmaya gerek kalmadan her şeyin yoluna gireceği yönünde.

Hala salak çocuklar gibi uyuyup uyanınca her şeyin düzeleceğine inanıyorum.

Kim Haklıysa

Şu hayatta hiçbir şey sorun değil.

Senin olmayan bir adamı sevmek de, onun evine yuvam demek de, sevgilisi olduğunu bile bile yanına gitmek de, seni deli gibi sevdiğini bilmek de...

Seviyorsa neden hâlâ bir başkasıyla beraber diye sormayın. Cevabı biliyorum. Hayır, aklınızdan geçenden bahsetmiyorum. Gidiş anını bekleyen bir mahkumun çaresizliği var kalplerimizin üzerinde. Tüm sorun bu.


Varılamayacak şehirler, uçları asla değmeyecek olan parmak uçlarından bahsediyorum.

Sevda diyorum dostlar, duyuyor musunuz beni? Bir kadını yollara düşüren, bir adamın dudaklarını acıtan ve dillendirilmesi yasak olan bir sevda.

Aşk kapımızı çalmayacak bizim. Her zaman pervasız ve umursamaz bir misafirdir o. Yine ayaklarını uzattı evimin en güzel sehpasına. Kendi kalbimden dışlandım. Söz hakkım elimden alındı. Tertemiz ruhumun üzerinde artık sigara külü izleri var.

Yine de bir mutluluk halindeyim. Benim olmayan bir adamı sevmenin yükü, getirdiği kalp çarpıntılarıyla taşınır oluyor.



Hem bu benim sorunum değil, öyle değil mi? Aldatan ben değilim sonuçta.

Friday, March 2, 2012

Too Good To Be True

Öncelikle Blue şarkımı çalıp, benden önce paylaşmış. Ama çok seviyorum kendisini o nedenle affettim.

Bu yavşak girişten sonra gelelim asıl olaya. Benim sevgilim varmış meğersem.

Bahsettim mi bilmiyorum. Kaldığım evde benden başka 3 kişi daha vardı. 1 adet Dutch çift ve bir adet İtalyan. Yaklaşık bir ay içinde biz İtalyan ile gayet casual bir şekilde yatmaya başladık. Hani sevişmek istediğin ama başkasının olmadığı o geceler olur ya işte o geceleri doldurmak için.

Geçenlerde İtalyan'ın hoşlandığı kız sevgilisinden ayrıldı. Daha yakın bir zamanda da Dutch couple evden taşında ve biz evde yalnız kaldık.

Biraz daha detay. Hoşlandığı hatun ayrılır ayrılmaz bizimkine mesaj atıyor. Biz o sırada yatmak üzereyiz. Tabii ki siklemiyoruz telefonu. Hatun bu sefer ısrarla arıyor. Mod kalmadı. Telefonu açıyor en sonunda. Resmen çocuksu bir sevinç yüzünde. Bir yandan bana özet geçiyor hatunu ve durumu bir yandan da öpmeye çalışıyor.

Rahatız dedik de, o kadar da değil be.

Hatunun peşinden koşar diye düşünüyordum. Ama 'biz'de değişen bir şey yok. Hala yatıyoruz. Hatta daha sıklıkla.

Rahat hatunum ya. Soracağım. Hatuna ne oldu? Cevap yok adam akıllı. Ben de bizimki beceriksiz diye düşünüyorum. Salağım ya, bir de üstüne yardım ister misin diye soruyorum.

Dutch couple gidince ev pek bir boşaldı. O zamandan beri ortam bir garip. Normalde kapımı çaldıktan sonra ben kapıyı açana kadar kapıda bekleyen, bin kez teklif etmeden odama adım atmayan adam davetsiz odama girer oldu. Saçma sapan bir akşam ne pişirsek, alışverişe mi çıksak, onu mu yapsak, bunu mu yapsak muhabbeti.


Hala salağım.

Geçen gece rakı sofrası kurduk bizimkilerle. Yaklaşık 5 seneden sonra ilk rakı deneyimim. Gecenin 4'ünde döndüm eve. Su içeyim vs derken mutfakta fazla takır tukur yapmışım. Uyandı bu. Hazır uykudan uyanmışken dedim sevişelim, sarhoş kafam boşa gitmesin.

Kafa sarhoş ya, sigaramızı içerken rakı sofrasını anlatıyorum buna. Rakı sofrasının adabını biraz bozmuştuk biz yerli yersiz flörtleşmelerle onu anlatıyorum. 'Filiz sevişelim mi?' mantığı ile yapılan bir teklif, 'Hadi lan Red, bir yalasam memelerini?'.

Tuhaf bir sessizlik. Komik ulan, gülsene.

Başkasıyla uyuyamadığım için kaçar odama giderim ben. Bizimki de izin verir. Kal dedi bu gece. Hadi, tamam, uyu bari.

Ertesi gün sinirli adam. Noluyor lan? Herhalde okulda falan sorun var diye, cici kız ayaklarında yatıştırıyorum bunu. Değerli ev arkadaşım sonuçta. Bana kızmış. O varken neden millete kuyruk sallıyor muşum?

Hani çok şaşırırsınız ya da sinirlenirsiniz ve o anda İngilizce tepki çıkartamazsınız. 'Bi siktir git ya!' Hatuna noldu? Sen eve başkalarını attın? Ben başkalarını attım? Kafan mı iyi sabahın köründe?

- It is perfectly normal for your boyfriend to get jealous of you.

Perfectly'de ve your'da vurgu var.

Beyefendi seks ile aşkı karıştıranlardanmış. Hatun hafif çocuksu platonik bir aşkmış. O ilk tepkisi ve sonrası beni kıskandırmak(!) içinmiş. Benle yatmaya başladıktan sonra sadece bir kez başka biri ile yatmış onda da sarhoşmuş. Ben de sadece onunla yatıyormuşum (!).

Farkında olmadan sevgili yapmışım haberim yok. Migrenim tuttu diye odama kaçtım.

Oysa her şey ne kadar basit ve güzeldi. Roommate Agreement'ın bir benzerini hazırlamalıydım yatmadan önce. Salak aklım. Honeymoon is over.


Wednesday, February 29, 2012

Umut/Yalan/Hayat

Demiştim ya umudum var her şey güzel olacak diye. Gerçekten sonunda başkalarının hayatlarının vitrinlerindeki şeyler benim hayatımı da süsleyecekti. Buna aptal gibi inanmışım ben ya.


Ahah yalanmış biliyormusunuz. Her tohumu atılan umut daha gün yüzü görmeden çürüyormuş. Hatta hayat dalga da geçebiliyormuş: "Bak bu da senin olabilirdi, bu güzel şeyler var ya al bak, ama aslında biliyormusun fikrimi değiştirdim kimsin ki sen, neden senin olsun bunlar?"

Hahah gerçekten sinir krizi geçiriyorum sonunda galiba. Gülüyormuyum ağlıyormuyum bilmiyorum, tek bildiğim hıçkırdığım.

Umutlanmak gerçekten aptallıkmış, oyalanmakmış, bir bok olmayan hayata tutunma çabasıymış. Hmm evet çok karanlık bir yerdeyim kafamda şu anda. Ama napabilirim ki?

Artık ezberledim hayatımın gidişatını; düzenini kur, hiç beklemediğin bir anda çok parlak bir ışık gör, umutlan, gelgitler yaşa, acaba olacak mı?, yoksa sonunda gerçekten mutlu mu olacağım?, sonra bütün bu hayatını bir anda aydınlatan ışık, hayatının ne kadar karanlık olduğunu hatırlatıp aydınlatmaya söz veren ışık, "puf" sönsün. Ben mi?

Ben yine buradayım, karanlık yerimdeyim... Düzenimi oturtmaya çalışıyorum ki yeniden yıkabileyim sonraki en ufak ışık uğruna.

Evet ben böyle bir malım... Enayiyim..

Çocukluğumdan beri hep savaştım, bütün sorunlarıma göğüs gerdim, ne uğruna?

UMUT/YALAN uğruna.

Ama şu ana kadar öğrendiğim bir şey var ki. Acılarına, hayal kırıklıklarına alışıyormuşsun. Ve hayat senle dalga geçmeye devam ediyormuş.

Sorun şu ki daha fazla dayanamıyorum.


Gerçekten ilk kez umutsuzluğa düştüm. Gerçekten sadece bir gölgeye dönüştüm, soyutlaştım. Bittim.


Thursday, February 23, 2012

S-U-S

Hayır, hayır konuşacak durumda değilim. Kalbim yeter artık, sus! Aşık olmayacaksın. Sevgilisi var diyorum, senin için ondan vazgeçmedi işte. Hem seni seçse ne olacak ki, güvenebilecek misin artık ona? Sus kalbim, dinlemek istemiyorum seni.

Tuesday, February 21, 2012

Jane Doe



Buralarda kimsecikler kalmadığına göre rahat rahat yazabilirim sanırım.

Hayatımda hiç olmadığım kadar yalnız hissediyorum. Tamam başka bir ülkede olabilirim. Ama burada da eğleniyorum. Arkadaşlarımla zaten çok sık görüşemiyorduk, sorun o da değil yani.

Ama yalnızım işte. Yalnızlığımın tek sebebi, yanımda olmasını gerçekten istediğim tek insanın belki de asla dokunamayacağım bir insan olması.

O nedenle kendi kendime tekrarlıyorum. Sorun yok. Sakinleş.

Ve her zamanki gibi eski yöntemlerime bırakıyorum kendimi. Tedavi olduğuma inanıyorum. En azından vücudum unutsun her şeyi diye. Şu ana kadar seviştiğim insanların sayısını hatırlayamamak kötü bir şey mi?

Bu sefer taktik mi değiştirsem acaba? Tek gecelik vücutlar yerine, harem mi kursam kendime? Sıkıntı şu ki, ben kendimden bu kadar nefret ederken şu an, kim beni sevmeye cesaret edebilir ki?

Geçen hafta bir partide, yine biriyle dönmeye karar verdim gece. Sarışın. Hoş bir çocuk. En azından kanımdaki alkol öyle diyordu. Normalde insanları kendi evime ya da kaldığım yerlere çağırmak istemem. Kendi yatağım sadece kendime kalsın istemek gibi bir şey. Sanki başkası gelince kirlenecekmiş gibi. Sanki kalan azıcık masumiyetimin  kendi odamda saklıymış gibi, insanlar kirletsin istemem. Alkol. Hatalı karar mekanizması. Benim evim. Benim odam. Benim yatağım.

Çok kibar bir insanımdır tek gecelikler konusunda. Garip bütün insan ilişkilerinden nefret ettiğim için ertesi sabah çekip giderim mümkünse daha uyanmadan o. Zaten yanımda yabancı birisi varken uyuyamam.

Benim evim. Kaçamıyorum. Sabah.

Adını bile hatırlamadığın bir insanla birlikte kahvaltı yağmaya çalışmak ne tuhaf bir şeydir bilir misin? Hele karşındaki sana sarılmak istiyorken. Ona göre yabancı değilmişiz artık. Bence hala yabancıydık. Bir kaç saat beraber ter döktükten sonra neden arkadaş olmak zorundayız ki?

Dediğine göre bütün gece ne kadar yalnız olduğumu söyleyip durmuşum. Hayatımda daha kırmızı hissettiğim bir an hatırlamıyorum. Ve doğal olarak öfke krizim. Ve evden apar topar kovulan bir John Doe.

Tanımadığım insanlara dert yanacak kadar mı yalnızmışım? Hani nerelere saklanmış o kusursuz gururum?

Monday, February 20, 2012

Toparlama Çabaları

Artık hayatımı düzene sokmaya karar verdim. Çünkü bu gidişat beni bile korkutmaya başladı.

Öncelikle bana aşık olan çocukla bir kere buluştum ve bunun tekrarlanmayacağını anlamasını sağladım, yani umarım başarmışımdır.

Sonra, bir kez takıldığımız çocuğa bunun ikincisinin olmayacağını söyledim ki daha fazla aramasın, sormasın.

Sevdiğim adamı artık o kadar da sevmediğimi farketmemle onu arkadaşlar sınıfına yerleştirdim ve artık her şey daha güzel.

Arada erotik konuştuğum arkadaşımlaysa olaylar geri dönülmez bir boyuta ulaştı. Ama şimdilik mutlu olduğumdan karıştırmıyorum o kısmı.

Bekleyelim görelim bakalım.

Thursday, February 9, 2012

...

Bazen gerçek o kadar korkutucudur ki, kendi kendine hayalden bir dünya yaratırsın. Oraya sığınırsın, kalırsın.

Gerçeği itiraf etmek çok zor gelir, kendi kendine bile. Düşünmek bile istemezsin.

Sabaha karşı, kanında alkol kafan dumanlı. İtiraf etmek zorunda kalırsın gerçeği en azından kendi kendine. Yetmez. Bağırmak istersin. Cesursundur artık.

Ama kaybedecek çok şeyin var. Ne kaybedebilirim ki diyemezsin bile. Düşüncesi bile acı vericidir.

Susmaya çalışırsın zorla.

Sonra günün ilk ışıklarıyla birlikte huzursuz bir uykuya dalarsın.

Gerçek şu ki,..

Sunday, February 5, 2012

Bazen...

Bazen evden dışarıya çıkmamak gerekir. Hatta yataktan bile kalkmamak lazım. 

Çünkü bazen, Murphy dışarıda sizi bekliyordur. Ve tek yapabileceğiniz tecavüzden zevk almaktır. Bazı günler hiç yaşanmamalı. Özellikle yakın arkadaşlarının hepsinden uzaktaysan.

Yalnız hissediyorum. Huzur buraya kadarmış. Hoşgeldin mutsuzluk.

Tek istediğin bir insanın sıcaklığıyken, bulabildiğim tek şey bir insan vücudu. Yeterli değil.

Fuck this shit. 

Bazen tek istediğim karanlık bir köşede uyuya kalmak. Yüz sene uyumak, birisi uyandırıncaya dek. 

Yorgun hissediyorum bir anda. Çok yorgun. 

Aynı zamanda elim kolum bağlı. Şu anki yalnızlığımı dindirebilecek bir şey yok. 

Her şey simsiyah olana kadar alkol içmek istiyorum. Ya da bütün presiplerimi boşa sayıp daha farklı şeyler. Yine elim kolum bağlı, lanet olsun ki, bu saatte hiç bir açık değil. 

Ne yapıyorum? Kucağımda laptopum. Huzursuzluğumun sebebini bile dile getiremeden, içimi döküyorum kimsenin siklemediği bir yazıya. 

Hayal gücüm ölü. Sinirliyim sadece çok sinirli. Bütün hislerim uyuşmuş gibi. Uyumak istemiyorum, kabuslar korkutucu. Bütün sinirim kendime yönelik. Nefret ediyorum resmen kendimden. Uyuşturulmam lazım. Ona da koşullar elvermiyor. 

Dışarısı soğuk. Karların içinde uyumak istiyorum. 

Bazı günler gerçekten hiç yaşanmamalı. 

Bembeyaz bir ekrana yazı yazıyorum belki birisi kurtarır diye beni buradan. Ama herkes çok uzak. Ağlamak istiyorum. Gözyaşlarım akmıyor sanki. Çığlık atamıyorum, yasak. 

Bugün kötü bir gün. Ve yarın da daha güzel olmayacak. 

Thursday, February 2, 2012

Üç


Her gün düzenli olarak telefonda saatlerce konuştuğum üç adam var hayatımda.


Biri sevdiğim adam.
İkincisi bana aşık olan adam.
Üçüncüsü yakın bir arkadaşım ama arada sırada erotik mesajlaşıyoruz.


Ortak noktaları, yaşadığım şehre gelmek istemeleri. Beni istemeleri.

Hani bir şeyler dönüyor ama ben sonunu kestiremiyorum.

Monday, January 30, 2012

O Kadın

Önceki yazıya buradan bakabilirsiniz.

Bazı şeyler nasıl anlatılır bilmiyorum. Hele yaşanması güç olan şeyleri nasıl yazıya dökerim hiçbir fikrim yok.

Biliyorsunuz işte, onunla aramdaki şey her zaman apayrı kalacak-tı.

Ta ki geceyi beraber geçirene kadar...

Onu aslında ne kadar istediğimi elini tutunca anladım. Belimi okşadığında ya da nefesini yüzümde hissettiğimde dünyam yerinden oynadı.

Hayır ne yazık ki öpemezdim onu. Ama beni öpmesini çok istedim. Dakikalarca okşadım, okşandım da bir şey olsun yapamadım.

Ama sonra buluştu dudaklarımız. Hem ilk öpüşmeydi benim için bir kadınla hem de onunla ilk öpüşmemdi. Nafes alamadım, yarını düşünemedim. Sadece dudaklarına odaklandım, gerisi yok. Bir süre öpüştük öyle, biraz da dokunarak.

Durdu. Büyük bir pişmanlıkla, durdu. Bunu yapmamamız gerektiğini ikimizde biliyorduk. Öpen o olduğu gibi duran da oydu. Yine sarıldık ve uyumaya devam ettik.

Sabah aynı şeyler tekrar yaşandı, belki biraz da ilerisi.
Tekrar durdu.
Artık kalbim kırılmaya başlamıştı ama onu çok iyi anlıyordum. Olmazlarımızı biliyordum.
Durduk.

Günün kalan yarısı konuşarak geçti, sarılarak, paylaşarak. Olanlara üstü kapalı değinerek. Biraz daha anladım benim için ne denli özel olduğunu.

Bir daha tekrarlamamamız gerektiği konusunda anlaştık ve ayrıldık. Bense dudaklarını tadını silmeye çalışıyorum artık aklımdan...

Tuesday, January 24, 2012

Atom bombası

Son birkaç ayda hayatımdaki dalgalanmaları takip etmeyi bıraktım artık. Bir adam sevdim, hem de tüm olmazlarla sevdim. Seviştik, ayrıldık, dost kaldık, güldük, eğlendik... Derken "ben biriyle beraberim" demesiyle gerçek tokat gibi çarptı yüzüme. Kimdim ben? Tanıştığımızdan beri kendime sorduğum bu soruyu son bir kez daha sormalıydım artık. Kimdim ve ne istiyordum.

İçimde atom bombası patlamıştı sanki. Elimi kolumu hissetmiyor, kendimi öldürmek istiyordum. Biliyordum bugünün geleceğini ama neden şimdi? Neden o kız? Neden benim kadar imkansız biri?

Kafamda dönen sorular yüzünden sürekli kusuyordum. Artık vücudum bile isyan etmişti. Sadece sigara içebiliyordum ve içten içe ölüyordum.

Birden baktım ki, hayatımın en büyük saçmalamalarından birini yapıyorum yine. Artık sevgilim olamayacağını biliyordum, onu deli gibi istiyordum, dost kalmalıydık. Şuncacık üç düşünceyi oturtmam gerekiyordu. Düşünüyordum, kusuyordum, sigara içip tekrar düşünüyordum.


Bir sabah uyandığımda canımın yanmadığını anladım. Evet geçmişti. Birini seviyor olabilirdi, ben hala onu seviyor olabilirdim ama bunda bir sorun yoktu. Hayatımda ilk kez başıma gelmiyordu ya, buna da alışırdım.


Yavaş yavaş gülmeye başladım. Onunla arkadaşlığımı düzelttim, kendime yeni arkadaşlar buldum. Güldüm eğlendim. Hayatıma devam ettim


Ama ona sevgilim diyememek hala biraz olsun yakıyor canımı. O kadar da olacak artık.

Sunday, January 22, 2012

Kucak Dolusu Sevgiler


Ben gittim ya kızlar yazamıyorlar anlaşılan. Asıl ben uzaklaştım ya ben yazamıyorum. Her çok şanslı üniversiteli genç gibi, bana da Avrupa yolları gözüktü. Şu son bir kaç aydır o kadar bok gibi hissediyordum ki sebepsiz yere, bütün exchange yaşamım iğrenç geçecek gibi geliyordu.

2011'in son ayları kadar iğrenç bir dönem görmemiştim sanırım, başıma neredeyse kötü hiç bir şey gelmedi. Yanımda mükemmel insanlar vardı, Black başta olmak üzere, Blue ve diğerleri. Ama bıkmıştım artık. Mutsuzdum. Sürekli depresiftim. Her şey sıkıcıydı. Yeni insanlar bile eskiydi. Hep aynı hikaye üstüne minik değişikliklerdi. Heyecan yoktu.

Sonra diğerleri ilerlemeye başladılar, ben yerimde saydım. Hayatlarını yollarına koydular. Açıldılar, büyüdüler. Ben yerimde saydım. Onlar adına inanılmaz mutlu oldum. Kendime biraz daha kızdım. Biraz daha mutsuz oldum.

Ve sonra gittim. Bir anda, saçma sapan işlerle o kadar meşguldüm ki, gittiğimin artık farklı bir ülkede olduğumun bile farkına varamadım. Adam akıllı özleyeceğimi söyleyemedim insanlara. Onların benim için ne kadar önemli olduğunu.

Yazmak istedim. Kelimeler çıkamadı. Yeni bir yaşama alışma çabaları derken zamanın nasıl geçtiğini bile fark edemedim. Bir iki gün öncesine kadar. Mutluyum lan. Mutluyum diye camı açıp bağıracak kadar mutluyum.

Dağıtmama gerek yok burada, partiden partiye, yataktan yatağa koşmama. Onları evde de yapıyordum. Onlar değil beni mutlu eden. Her şeyden uzak olmak. Sorumluluğum yok. Salak turistim burada.

Beni yavaş yavaş boğan 'arkadaşlarım' yok burada, sürekli üstüme sorumluluklarını yükleyen.

Mutluyum ya, ama mutlu olmaya alışık değilim. Kurcalamam lazım. Eksik bir şeyler var. Bir kısmım, büyük bir kısmımı arkamda kızlarla bırakmışım. Partiler eğlenceli değil, çünkü Black benimle değil. Kaçamak yapmak o kadar da ilgi çekici değil, çünkü Blue yanımda yok. Ve tanımadığınız diğer kızların dolduramadığı boşluklar.

Yine de mutluyum. Çünkü insanlardan uzaklaşınca, her şey o kadar netleşti ki. Kimi seviyorum, kimi sevmiyorum. Kime ihtiyacım var, kim gitmeli.

Bu da böyle bir yazı. Mutluyum.

Genel olarak o kadar depresif bir blog oluşturduk ki, içeriği azıcık mutlu olan bir yazı yazarken garip hissediyorum.

Burayı boş bırakma Blue.

Sizi seviyorum lan!

Monday, January 2, 2012

Uç uç

Bazen ellerimiz komik gelmeye başlar.

İşte ben o zamanlar düşünürüm hep. Bir de baktım ki ben kimi sevsem olmamış. Hep eksik bırakılmış bir şeyler. Aldığımız nefes, dudaklarımız, görüşüp görüşemediğimiz, inancımız, siyasi görüşümüz, kökenimiz...

Yavaş yavaş boğmuşuz aşkları hayatta.

Ellerim komik gelmeye başlamış birden. Neden? Neden olmasın.