The Quills

 

The Quills

 
                                 Black Quill                                         Blue Quill                                            Red Quill
                                 Black Quill                       Blue Quill                       Red Quill

Wednesday, February 29, 2012

Umut/Yalan/Hayat

Demiştim ya umudum var her şey güzel olacak diye. Gerçekten sonunda başkalarının hayatlarının vitrinlerindeki şeyler benim hayatımı da süsleyecekti. Buna aptal gibi inanmışım ben ya.


Ahah yalanmış biliyormusunuz. Her tohumu atılan umut daha gün yüzü görmeden çürüyormuş. Hatta hayat dalga da geçebiliyormuş: "Bak bu da senin olabilirdi, bu güzel şeyler var ya al bak, ama aslında biliyormusun fikrimi değiştirdim kimsin ki sen, neden senin olsun bunlar?"

Hahah gerçekten sinir krizi geçiriyorum sonunda galiba. Gülüyormuyum ağlıyormuyum bilmiyorum, tek bildiğim hıçkırdığım.

Umutlanmak gerçekten aptallıkmış, oyalanmakmış, bir bok olmayan hayata tutunma çabasıymış. Hmm evet çok karanlık bir yerdeyim kafamda şu anda. Ama napabilirim ki?

Artık ezberledim hayatımın gidişatını; düzenini kur, hiç beklemediğin bir anda çok parlak bir ışık gör, umutlan, gelgitler yaşa, acaba olacak mı?, yoksa sonunda gerçekten mutlu mu olacağım?, sonra bütün bu hayatını bir anda aydınlatan ışık, hayatının ne kadar karanlık olduğunu hatırlatıp aydınlatmaya söz veren ışık, "puf" sönsün. Ben mi?

Ben yine buradayım, karanlık yerimdeyim... Düzenimi oturtmaya çalışıyorum ki yeniden yıkabileyim sonraki en ufak ışık uğruna.

Evet ben böyle bir malım... Enayiyim..

Çocukluğumdan beri hep savaştım, bütün sorunlarıma göğüs gerdim, ne uğruna?

UMUT/YALAN uğruna.

Ama şu ana kadar öğrendiğim bir şey var ki. Acılarına, hayal kırıklıklarına alışıyormuşsun. Ve hayat senle dalga geçmeye devam ediyormuş.

Sorun şu ki daha fazla dayanamıyorum.


Gerçekten ilk kez umutsuzluğa düştüm. Gerçekten sadece bir gölgeye dönüştüm, soyutlaştım. Bittim.


Thursday, February 23, 2012

S-U-S

Hayır, hayır konuşacak durumda değilim. Kalbim yeter artık, sus! Aşık olmayacaksın. Sevgilisi var diyorum, senin için ondan vazgeçmedi işte. Hem seni seçse ne olacak ki, güvenebilecek misin artık ona? Sus kalbim, dinlemek istemiyorum seni.

Tuesday, February 21, 2012

Jane Doe



Buralarda kimsecikler kalmadığına göre rahat rahat yazabilirim sanırım.

Hayatımda hiç olmadığım kadar yalnız hissediyorum. Tamam başka bir ülkede olabilirim. Ama burada da eğleniyorum. Arkadaşlarımla zaten çok sık görüşemiyorduk, sorun o da değil yani.

Ama yalnızım işte. Yalnızlığımın tek sebebi, yanımda olmasını gerçekten istediğim tek insanın belki de asla dokunamayacağım bir insan olması.

O nedenle kendi kendime tekrarlıyorum. Sorun yok. Sakinleş.

Ve her zamanki gibi eski yöntemlerime bırakıyorum kendimi. Tedavi olduğuma inanıyorum. En azından vücudum unutsun her şeyi diye. Şu ana kadar seviştiğim insanların sayısını hatırlayamamak kötü bir şey mi?

Bu sefer taktik mi değiştirsem acaba? Tek gecelik vücutlar yerine, harem mi kursam kendime? Sıkıntı şu ki, ben kendimden bu kadar nefret ederken şu an, kim beni sevmeye cesaret edebilir ki?

Geçen hafta bir partide, yine biriyle dönmeye karar verdim gece. Sarışın. Hoş bir çocuk. En azından kanımdaki alkol öyle diyordu. Normalde insanları kendi evime ya da kaldığım yerlere çağırmak istemem. Kendi yatağım sadece kendime kalsın istemek gibi bir şey. Sanki başkası gelince kirlenecekmiş gibi. Sanki kalan azıcık masumiyetimin  kendi odamda saklıymış gibi, insanlar kirletsin istemem. Alkol. Hatalı karar mekanizması. Benim evim. Benim odam. Benim yatağım.

Çok kibar bir insanımdır tek gecelikler konusunda. Garip bütün insan ilişkilerinden nefret ettiğim için ertesi sabah çekip giderim mümkünse daha uyanmadan o. Zaten yanımda yabancı birisi varken uyuyamam.

Benim evim. Kaçamıyorum. Sabah.

Adını bile hatırlamadığın bir insanla birlikte kahvaltı yağmaya çalışmak ne tuhaf bir şeydir bilir misin? Hele karşındaki sana sarılmak istiyorken. Ona göre yabancı değilmişiz artık. Bence hala yabancıydık. Bir kaç saat beraber ter döktükten sonra neden arkadaş olmak zorundayız ki?

Dediğine göre bütün gece ne kadar yalnız olduğumu söyleyip durmuşum. Hayatımda daha kırmızı hissettiğim bir an hatırlamıyorum. Ve doğal olarak öfke krizim. Ve evden apar topar kovulan bir John Doe.

Tanımadığım insanlara dert yanacak kadar mı yalnızmışım? Hani nerelere saklanmış o kusursuz gururum?

Monday, February 20, 2012

Toparlama Çabaları

Artık hayatımı düzene sokmaya karar verdim. Çünkü bu gidişat beni bile korkutmaya başladı.

Öncelikle bana aşık olan çocukla bir kere buluştum ve bunun tekrarlanmayacağını anlamasını sağladım, yani umarım başarmışımdır.

Sonra, bir kez takıldığımız çocuğa bunun ikincisinin olmayacağını söyledim ki daha fazla aramasın, sormasın.

Sevdiğim adamı artık o kadar da sevmediğimi farketmemle onu arkadaşlar sınıfına yerleştirdim ve artık her şey daha güzel.

Arada erotik konuştuğum arkadaşımlaysa olaylar geri dönülmez bir boyuta ulaştı. Ama şimdilik mutlu olduğumdan karıştırmıyorum o kısmı.

Bekleyelim görelim bakalım.

Thursday, February 9, 2012

...

Bazen gerçek o kadar korkutucudur ki, kendi kendine hayalden bir dünya yaratırsın. Oraya sığınırsın, kalırsın.

Gerçeği itiraf etmek çok zor gelir, kendi kendine bile. Düşünmek bile istemezsin.

Sabaha karşı, kanında alkol kafan dumanlı. İtiraf etmek zorunda kalırsın gerçeği en azından kendi kendine. Yetmez. Bağırmak istersin. Cesursundur artık.

Ama kaybedecek çok şeyin var. Ne kaybedebilirim ki diyemezsin bile. Düşüncesi bile acı vericidir.

Susmaya çalışırsın zorla.

Sonra günün ilk ışıklarıyla birlikte huzursuz bir uykuya dalarsın.

Gerçek şu ki,..

Sunday, February 5, 2012

Bazen...

Bazen evden dışarıya çıkmamak gerekir. Hatta yataktan bile kalkmamak lazım. 

Çünkü bazen, Murphy dışarıda sizi bekliyordur. Ve tek yapabileceğiniz tecavüzden zevk almaktır. Bazı günler hiç yaşanmamalı. Özellikle yakın arkadaşlarının hepsinden uzaktaysan.

Yalnız hissediyorum. Huzur buraya kadarmış. Hoşgeldin mutsuzluk.

Tek istediğin bir insanın sıcaklığıyken, bulabildiğim tek şey bir insan vücudu. Yeterli değil.

Fuck this shit. 

Bazen tek istediğim karanlık bir köşede uyuya kalmak. Yüz sene uyumak, birisi uyandırıncaya dek. 

Yorgun hissediyorum bir anda. Çok yorgun. 

Aynı zamanda elim kolum bağlı. Şu anki yalnızlığımı dindirebilecek bir şey yok. 

Her şey simsiyah olana kadar alkol içmek istiyorum. Ya da bütün presiplerimi boşa sayıp daha farklı şeyler. Yine elim kolum bağlı, lanet olsun ki, bu saatte hiç bir açık değil. 

Ne yapıyorum? Kucağımda laptopum. Huzursuzluğumun sebebini bile dile getiremeden, içimi döküyorum kimsenin siklemediği bir yazıya. 

Hayal gücüm ölü. Sinirliyim sadece çok sinirli. Bütün hislerim uyuşmuş gibi. Uyumak istemiyorum, kabuslar korkutucu. Bütün sinirim kendime yönelik. Nefret ediyorum resmen kendimden. Uyuşturulmam lazım. Ona da koşullar elvermiyor. 

Dışarısı soğuk. Karların içinde uyumak istiyorum. 

Bazı günler gerçekten hiç yaşanmamalı. 

Bembeyaz bir ekrana yazı yazıyorum belki birisi kurtarır diye beni buradan. Ama herkes çok uzak. Ağlamak istiyorum. Gözyaşlarım akmıyor sanki. Çığlık atamıyorum, yasak. 

Bugün kötü bir gün. Ve yarın da daha güzel olmayacak. 

Thursday, February 2, 2012

Üç


Her gün düzenli olarak telefonda saatlerce konuştuğum üç adam var hayatımda.


Biri sevdiğim adam.
İkincisi bana aşık olan adam.
Üçüncüsü yakın bir arkadaşım ama arada sırada erotik mesajlaşıyoruz.


Ortak noktaları, yaşadığım şehre gelmek istemeleri. Beni istemeleri.

Hani bir şeyler dönüyor ama ben sonunu kestiremiyorum.